AÇIK
Uzmanlar, sigara içmek, aşırı alkol tüketimi ve düzensiz beslenme gibi uzun süreli zararlı alışkanlıkların, kanser riskini artıran başlıca etkenler arasında yer aldığını belirtiyor. Bu alışkanlıkların, zamanla vücutta DNA’ya zarar verdiği ve bağışıklık sistemini zayıflatarak tümör oluşumu için uygun bir zemin hazırladığı düşünülmektedir. Ancak son yıllarda gerçekleştirilen bazı araştırmalar, kanserin yalnızca bu alışkanlıklara bağlı olmadığını, aynı zamanda travmatik olayların da önemli bir rol oynayabileceğini öne sürmektedir.
Bazı bilim insanları, acı bir boşanma, ailedeki bir ölüm ya da ciddi bir kaza gibi tek bir travmatik olayın, yıllar sonra ölümcül bir hastalığın gelişimi ile bağlantılı olabileceğini ortaya koyuyor. 2019 yılında yapılan bir çalışmada, travmatik olaylar yaşamış ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtileri gösteren kadınların, travma yaşamayan kadınlara kıyasla yumurtalık kanseri riskinin iki kat daha fazla olduğu bulunmuştur. Bu durum, travmanın uzun vadeli etkilerinin kanser riskini artırabileceğini göstermektedir.
2022 yılında 278 hasta üzerinde gerçekleştirilen bir başka çalışmada, baş, boyun ve pankreas kanseri teşhisi konan hastaların büyük çoğunluğunun, kanser teşhisi konmadan önceki beş yıl içinde belirgin stresli yaşam olayları yaşadıkları tespit edilmiştir.
Kanser ve stres arasındaki ilişki, tüm araştırmacılar tarafından net bir şekilde kabul görmemektedir. 2016 yılında Birleşik Krallık’ta 100.000’den fazla kadın üzerinde yürütülen bir araştırma, olumsuz yaşam olayları ile meme kanseri riski arasında herhangi bir bağlantı bulamamıştır. Bu tür çalışmalar, bazı uzmanların stresin kansere yol açma konusundaki yorumlarını daha temkinli yapmasına neden olmuştur. Harvard Üniversitesi’nden Dr. Andrea Lynne Roberts, bu ilişkinin bilimsel olarak güçlü olmadığını savunan uzmanlardan biridir. Roberts’a göre, stresin kalp hastalığı ile olan bağlantısı, kanserle olan bağlantısından çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
MD Anderson Entegre Tıp Programı Direktörü Dr. Lorenzo Cohen, uzun süreli stresin vücudun kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığa karşı savunmasını zayıflattığını ifade etmektedir. Kısa süreli stresin vücut işlevlerini olumsuz etkileyemediği bilinse de, kronik stres bağışıklık sistemine ciddi zararlar verebilmektedir. Cohen, vücudun sürekli olarak kortizol ve adrenalin gibi stres hormonları üretmesinin, bağışıklık sistemini baskılayarak kansere karşı savunmayı zayıflattığını belirtmektedir.
Kronik stres, vücudun doğal savunma mekanizmalarını uzun vadede zayıflatan önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Stres altında kalan bir beden, bağışıklık sistemine daha az enerji yönlendirir ve bu durum, kanserin büyümesini kolaylaştırabilir. MD Anderson’dan Dr. Anil Sood, kronik stresin kansere nasıl katkıda bulunabileceğini açıklarken, stresin hücresel düzeyde değişiklikler yaratarak kanser riskini artırabileceğine dikkat çekmektedir.
Stresli dönemlerde, bireylerin sigara, alkol ve sağlıksız besinlere yönelme olasılığı artmaktadır. Ulusal Kanser Enstitüsü’ne göre, bu tür zararlı alışkanlıklar da kanser riskini yükseltmektedir. Ancak, stres ve bu alışkanlıklar arasındaki ilişki karmaşık bir yapıdadır ve her durumda kesin bir bağlantı kurmak mümkün değildir. Kanser hastaları, teşhis sonrası sıkça kendilerini suçlama eğiliminde olabilmektedir. City of Hope Kanser Merkezi’nde görev yapan onkolog Dr. Daniel Bruetman, “Eğer daha az stres yaşasaydım, kanser olmazdım” düşüncesinin yaygın olduğunu ancak bu düşüncenin gerçeklik payının düşük olduğunu ifade etmektedir. Genetik faktörler, yaşam tarzı ve diğer etkenler, stresin ötesinde kanser riskinde belirleyici bir rol oynayabilir. Kanserin karmaşık bir hastalık olduğunu ve tek bir faktöre indirgenemeyeceğini belirten uzmanlar, hastaların kendilerini suçlamaktan kaçınmalarını tavsiye etmektedir.
Kronik stresin yönetilmesi, sağlıklı kalmak için atılması gereken önemli bir adımdır. Dr. Lorenzo Cohen’e göre, stresle başa çıkmak, terapi, meditasyon, düzenli egzersiz ve uyku alışkanlıklarını iyileştirmek gibi yöntemlerle mümkündür. Özellikle kaliteli uyku, stresle baş etmenin en etkili yollarından biri olarak öne çıkmaktadır. Dr. Cohen, her gece en az sekiz saat uyumanın, stresle baş etmenin en iyi yollarından biri olduğunu vurgulamaktadır.
Sonuç olarak, stres ve kanser arasındaki ilişki, bilim dünyasında hala tartışmalı bir konudur. Ancak uzmanlar, stresin genel sağlığı etkileyebileceğini ve kronik stresin özellikle bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabileceğini kabul etmektedir. Bu nedenle, hayatımızdaki stresi yönetmek, yalnızca kansere karşı değil, diğer birçok sağlık sorununa karşı da etkili bir önlem olabilir.